Türkiye’de o kadar seviyesiz bir referandum kampanyası yürütülüyor ki; demokrasi, hukuk, fikir özgürlüğü gibi kavramlar ayaklar altına alınıyor, insanlar rencide edilerek kişilik haklarına dil uzatılıyor, hakaret ediliyor.
Türkiye’de cumhurbaşkanından sıradan vatandaşa kadar, karşıt fikre zerre kadar saygının bulunmadığı bir dönemden geçiyoruz. Üstüne üstlük kendi görüşlerinden farklı bir görüşü savunanları ‘terörist’ ve ‘vatan haini’ olmakla suçluyorlar.
Getirilmek istenen Anayasa değişikliği ile partili başkanlığın olacağını biliyoruz. Daha şimdiden insanları terörist ilan eden bir başkan kendisini desteklemeyen insanları bırakın temsil etmeyi hizmet dahi götürmez.
AKP ve Erdoğan gördü ki, referandum çantada keklik değil. O zaman acil bir mağduriyet bulmak gerekir diyerek harekete geçtiler. Ve buldular!
Almanya ve Hollanda imdada koştu. Böylece ithal bir mağduriyetimiz oldu.
İthal mağduriyetin avantajları nedir bir bakalım ?
“Yabancılar karşısında içeride birleşme sağlanır. Bu birleşme hamasi söylemlerle güçlendirilir. Biriken enerji ‘evet’ cephesine yönlendirilir.”
İtiraflar başladı bile. İthal mağduriyet nedeniyle evet oylarının arttığını söylüyorlar.
Ancak ülkeyi bu kadar teslim almak pek mümkün görünmüyor çünkü milletimiz gerçekleri görüyor ve gereken cevabı sandıkta verecektir. Çünkü bu memleket öyle başı bozuk bir zihniyet ile kurulmadı, bakın usta gazeteci Arslan Bulut nasıl açıklıyor.
“Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz.”
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değişiklik gerekçesi için bundan daha öz bir anlatım bulunmuyor!” diyor! (Arslan Bulut)
****
Maalesef ülke ateş çemberi içinde… Kanlı terör örgütlerimiz çeşitlendi. İflasın eşiğine geldik. Ülkenin elinde kalan altınlar İngiltere’de emanette diğer üç beş kuruluş ise kumar masasına kondu. Ülkenin iflasına ramak kaldı.
Öyle ahlaksız bir algı operasyonu yürütülüyor ki, Türk Milletinin beynine beton dökülüyor. Aklı ile alay ediliyor.
Milletin düşünmesini, ihaneti sorgulamasını engellemek için her türlü yöntem uygulanıyor.
Televizyonlarında, gazete denilen paçavralarında, radyolarında kurulan pazarda; etimizi, kanımızı, canımızı, namusumuzu, onurumuzu, vatanımızı pazarlıyorlar. .
Tutturmuşlar bir evet. Türk Milletinin varlığına tecavüz edecekler ya? Gönüllü oldu demek için “evet” istiyorlar. Hayır diyenleri de terörist olmakla suçluyorlar.
Biz bu filmin bir başka şeklini 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde de da seyrettik.
Erdoğan, Anayasa değişikliğine CHP, MHP ve BDP’nin karşı olduğunu ileri sürerek; “Bunlar nasıl oldu da bir araya geldiler? Bunlar ruh üçüzü oldular” demiştir. Sonra öğrendik ki, AKP PKK ile Oslo’da, Kandil’de, İmralı’da fingirdeşip, anlaşmalar yapıyor. O gün BDP ile ruh üçüzü olmakla suçlanan Bahçeli ve avanesi, bugün Erdoğan ve ekibiyle saf tutmuş, aynı ağzı kullanıyor.
Bizler mi?
Dün oynanan kukla tiyatrolarının ne alkışçısı olduk, ne de biletçisi. Bugün de olmayız. Bağışıklık kazandık, virüs kapmıyoruz.
“Akıl bir altın taçtır, her kafaya uymaz”…